İslam İnkılabı Rehberi’nin Batılı Gençlere İkinci Mektubu

محممد آقا

عضو جدید
کاربر ممتاز
‘İslam Dünyasıyla Onurlu ve Sağlıklı Bir İlişkinin Temellerini Atınız !'


İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei, batılı ülkelerde yaşayan gençlik kitlelerine hitaben yazdığı mektupta Fransa'da meydana gelen acı terör eylemlerinin düşünce ortaklığına uygun bir zemin teşkil ettiğini belirterek; bazı büyük güçlerce desteklenen terörizmin İslam dünyasındaki sonuçları, İsrail devlet terörü ve İslam dünyasına son yıllarda askeri birlikler sevkederek açılan nice hasarlarla ilgili örnekler aktardı ve genç kuşaklara ‘ben siz gençlerden, doğru ve derin bir teşhisle acı tecrübelerden yararlanmanızı ve İslam dünyasıyla onurlu ve sağlıklı bir ilişkinin temellerini atmanızı istemekteyim' mesajını verdi. İnkılap Rehberi yaklaşık bir yıl kadar önce batılı gençlere hitaben bir başka mektup yayınlamıştı.
İslam İnkılabı Rehberi'nin ikinci mektubunun metni şöyle:
Bismillahirrahmanirrahim,
Batılı ülkelerdeki tüm gençlere seslenmekteyim.
Kör terörizmin Fransa'da yol açtığı acı olaylar, beni bir kez daha siz gençlerle söyleşiye zorladı. Böylesine olayların söyleşi nedeni olması benim için üzüntü verici bir durum olsa da gerçek şudur ki, sancılı sorunlar eğer hal çareleri bulmaya ve fikir birliğine yol açmazsa, verilecek hasarlar bir kaç katına çıkacak demektir. Dünyanın herhangi bir noktasındaki bir insanın çilesi, diğer insanlar içinde elem vericidir. Sevenlerinin gözleri önünde can veren bir çocuğun manzarası, aile sevinci mateme dönüştürülen bir anne, eşinin cansız bedenini aceleyle bir yana taşıyan koca veya bir kaç saniye sonrasına kadar hayat piyesinin son perdesini göremeyeceğini bilemeyen bir seyircinin görüntüsü, insani duyguları kıpırdatmayacak sahneler değildir. Sevgi ve insaniyetten bir nebze olsun anlayan herkes, bu sahneleri gördüğünde üzülür ve elem duyar; ister Fransa'da olsun ve isterse Filistin'de, Irak'da, Lübnan ve Suriye'de... Hiç kuşkusuz, bir buçuk milyar müslüman aynı duygulara sahiptir ve bu faciaların failleri ve azmettiricilerinden nefret duymaktadır. Ancak mesele şudur ki, bugünkü çileler eğer daha iyi ve daha güvenlikli bir yarının yapı taşı olamayacaksa, yalnızca acı ve verimsiz hatıralara indirgenecektir. Şuna inanmaktayım ki, yalnızca siz gençler bugünün problemlerinden dersler çıkartmak suretiyle geleceği inşa yollarını bulabilir ve batıyı mevcut noktaya sürükleyen sapmalara set çekebilirsiniz.
Terörizmin şu anda aramızdaki ortak bir dert olduğu doğrudur; ancak, şunu bilmelisiniz ki son olaylarda tecrübe ettiğiniz emniyetsizlik ve ıztırab, Irak, Yemen, Suriye ve Afganistan halklarının uzun yıllardır tahammül ettiği ıztıraba göre iki açıdan temel farklılıklar içermektedir: İlk olarak şunu belirtmek gerekir ki, İslam dünyası daha geniş boyutlarda, daha yoğun bir hacimde ve daha uzun bir sure boyunca şiddete dayalı korkunç eylemlerin kurbanı olmuştur. Konunun ikinci şıkkı da şudur ki, bu şiddet eylemleri maalesef daima bazı büyük güçler tarafından çeşitli biçimlerde desteklenmiştir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin El-Kaide, Taliban ve bu örgütlerin çirkin türevlerinin oluşturulması, takviyesi ve silahlandırılmasındaki rolünden çok az insan haberdar değildir. Bu direkt katkı ve desteklere ilave olarak, tekfirci terörizmin herkes tarafından tanınan açık destekçileri, en geri kalmış ve ilkel siyasal düzenlerine rağmen daima batının önde gelen müttehidleri arasında yer almaktadırlar. Buna karşılık, bölgede dinamik demokrasilerden yükselen en öncü ve en aydın düşünceler, insafsızca bastırılmaktadır. Batı'nın İslam dünyasındaki uyanış hareketi karşısında uyguladığı çifte standart, batılı siyasetlerin paradoksuna ilginç bir örnektir.
Bu paradoksun bir başka yüzü, İsrail devlet terörünün desteklenmesinde gözlemlenmektedir. Mazlum Filistin halkı 60 yılı aşkın bir süredir terörizmin en kötü biçimini tecrübe etmektedir. Eğer Avrupa halkı şimdi bir kaç gün evlerine sığınarak nüfusun yoğun olduğu merkezlerde bulunmaktan kaçınıyorsa, Filistin'li bir aile onlarca yıldır hatta evlerinde bile siyonist rejimin katliam ve tahrip mekanizması karşısında güvenlikte değildir. Günümüzde ne tür şiddet ve sertlik eylemlerini, gaddarlığın boyutları açısından siyonist rejimin yerleşim merkezleri yapma politikasıyla kıyaslamak mümkündür ? Bu rejim, nüfuz sahibi müttefikleri ya da en azından görünüşte bağımsız uluslararası kuruluşlar tarafından ciddi ve etkili olarak asla eleştirilmezken, her gün Filistin'lilerin evlerini viran etmekte ve bahçe ve arazilerini yokedip durmaktadır. Bu arada hatta ev eşyalarının başka yere nakline ya da tarım ürünlerinin toplanmasına bile izin vermemektedir. Bütün bunlar ekseriya çocuklar ve kadınların panik halindeki bakışları ve gözyaşları karşısında gerçekleştirilmekte ve bu insanlar, aile üyelerinin tartaklanıp yaralanmasına ve bazen de korkunç işkence merkezlerine intikaline tanık olmaktadırlar. Günümüz dünyasında bu yoğunlukta, bu boyutlarda ve bu kadar uzun bir süredir devam etmekte olan bir başka zulmü nerede gördünüz ? Bir hanımın cadde ortasında tepeden tırnağa silahlı bir asker tarafından sırf protestoda bulunduğu için kurşunlanması terörizm değil de nedir ? Bu barbarlık, işgalci bir devletin askeri güçleri tarafından yapıldığı için aşırılık sayılmamalı mıdır ? Ya da bu görüntüler 60 yıldır devamlı olarak televizyon ekranlarında görüldüğü için artık kanıksanmalı ve vicdanımızı rahatsız etmemeli midir ?
İslam dünyasına son yıllarda sevkedilen askeri birlikler ve geride nice kurbanlar bırakması, Batı'nın çelişkili mantığına bir başka örnektir. Saldırıya uğrayan ülkeler, insani kayıplarının yanı sıra ekonomik ve endüstriyel alt yapılarını da yitirdiler; gelişme ve kalkınma yolundaki hareketleri ya duraksadı, ya da yavaşladı ve bazen de onlarca yıl geriye gittiler. Buna rağmen, küstahça onlardan kendilerini ‘mazlum' saymamaları istenmektedir. Bir ülkeyi viran edip, kentlerini ve köylerini küle dönüştürdükten sonra, onlara ‘lütfen kendinizi mazlum saymayın !' denmesi nasıl mümkün olabilir ? Faciaları anlamamaya veya unutmaya çağırmak yerine, sadakatle özür dilenmesi daha iyi değil midir ? Bu yıllarda İslam dünyasının kendi ülkeleri aleyhindeki saldırganların iki yüzlülüğü ve maskeli eylemlerinden çektiği çileler, maddi hasarlardan daha az değildir.
Değerli gençler ! Sizlerin şu anda ya da gelecekte entrikalara bulanmış bu zihniyeti değiştireceğinizi ummaktayım; uzak hedefleri gizleme ve kurnazca düşmanlıkları süsleme hünerine sahip zihniyeti... Bana kalırsa güvenlik ve huzurun sağlanabilmesi için ilk aşama, şiddet üreten bu düşünce biçiminin düzeltilmesidir. Batılı siyasetlerde çifte standart egemen olduğunca; terörizm, güçlü destekçileri tarafından ‘iyi' ve ‘kötü' olarak sınıflandırıldığı sürece ve devletlerin çıkarları, insani ve ahlaki değerlere tercih edildiği takdirde, şiddetin köklerini bir başka yerde aramaya gerek yoktur.
Maalesef, bu kökler uzun yıllardır yavaş yavaş batılı kültürel politikaların derinliklerine işlemiş ve yumuşak ve sessiz bir hücumu örgütlemiştir. Dünyanın bir çok ülkesi yerli ve milli kültürleriyle iftihar etmektedirler. Bu iftihar sahibi ve üretken kültürler, asırlardır beşer toplumlarını çok iyi bir biçimde doyurmuştur ve İslam dünyası da bu gerçekten müstesna değildir. Ancak, çağdaş dönemde Batı dünyası modern araçlardan yararlanmak suretiyle dünyadaki diğer kültürleri kendininkine benzetme konusunda ısrar etmektedir. Ben, Batı kültürünün diğer milletlere dayatılması ve bağımsız kültürlerin küçümsenmesini sessiz ve çok zararlı bir şiddet eylemi olarak görmekteyim. Zengin kültürlerin aşağılanması ve bu kültürlerin en saygın özelliklerine hakarette bulunulması, alternatif olarak lanse edilen kültürün asla öncekinin yerini dolduramayacağı şartlarda gerçekleştirilmektedir. Örneğin, maalesef batı kültüründe özel bir konum edinen ‘sertlik eylemleri' ile ‘ahlaki kayıtsızlıklar', hatta ortaya çıktığı ortamda bile giderek kabul görmemektedir. Şimdi şunu sormak gerekir ki, biz eğer kavgacı, kokuşmuş ve anlamsız bir kültürü benimsemezsek, günah mı işlemiş oluruz ? Sözüm ona sanat ürünleri çerçevesinde gençlerimize dayatılan tahripkar seli önlersek, suç mu işlemiş oluruz ? Ben, kültürel ilişkilerin önemi ve değerini inkar etmemekteyim. Bu ilişkiler her ne zaman doğal şartlarda ve karşı topluma saygı duyularak gerçekleştirilmişse gelişme, iftihar ve zenginlik vesilesi olmuştur. Buna karşılık, homojen olmayan ve dayatmacı ilişkiler, başarısız ve zararlı sonuçlar doğurmuştur. Üzüntüyle belirtmek gerekir ki, Daeş gibi alçak gruplar, ithal kültürlerle başarısız birliktelikler sonucunda doğmuş bulunmaktadır. Eğer problem gerçekten de ideolojik olsaydı, sömürgecilik döneminden önce de bu tür fenomenlere İslam dünyasında rastlamak mümkün olurdu. Oysa, tarih, bunun tam tersini doğrulamaktadır. Kesin tarihi belgeler açıkça göstermektedir ki, sömürgecilik ve reddolunmuş aşırı bir düşünce şekli hem de bedevi bir kabilenin kalbinde ve bu bölgede aşırılık tohumları ekmiştir. Aksi halde, bir insanın canının alınmasını tüm beşeriyetin öldürülmesi olarak bilen ve dünyanın en insansever ve ahlaki mekteplerinden biri olarak sayılan bu dinin içerisinden nasıl olur da Daeş gibi bir pislik çıkabilir ?
Öte yandan, Avrupa'da doğup o çevrede fikri ve ruhi gelişmesini tamamlayan kimselerin nasıl olup da bu tür grupları benimsediklerini sormak gerekir. İnsanların savaş bölgelerine bir iki kez gidip gelmeleriyle bir anda kendi yurttaşlarını kurşun yağmuruna tutacak şekilde aşırılıklar sergilemesine nasıl inanılabilir ? Hiç kuşkusuz, şiddet üreten ve bulanık bir çevrede bir ömür boyunca sağlıksız bir şekilde beslenmenin etkisi unutulmamalıdır. Bu bağlamda toplumun gizli ve açık bulanıklıklarını teşhis edebilecek kapsamlı bir analize ihtiyaç vardır. Belki de ekonomik ve endüstriyel ilerleme yıllarında kendini gösteren eşitsizlikler ve muhtemel yasal ve sistematik ayrımcılıklar, batılı toplumların kimi kesimlerinde derin bir nefretin ekilmesine ve nice ukdelerin şekillenmesine neden olmuştur ki arada bir hastalık şeklinde kendini göstermektedir.
Her ne olursa olsun, toplumunuzun görünen tabakalarını deşmeli ve düğümleri, kinleri tesbit ederek kazımalısınız. Mevcut uçurumları derinleştirmek yerine onarmak gerekir. Terörizmle mücadeledeki büyük yanlış, mevcut kopmaları arttırabilecek aceleci tepkilerdir. Avrupa ve Amerika'da sakin milyonlarca aktif ve sorumluluk sahibi insandan oluşan müslüman toplumunu izole edecek, korkutacak ya da ıztıraba sürükleyecek her türlü fevri ve heyecana dayalı hareket, onların temel haklarından eskiye oranla daha da yoksun hale gelmesine ve toplum sahnesinden dışlanmalarına yol açacaktır. Bu durum, müşkülü halletmediği gibi fasılaların daha da derinleşmesine, kırgınlıkların daha da genişlik kazanmasına neden olacaktır. Yüzeysel ve tepkisel önlemler, özellikle de yasal dayanaklar kazandığı takdirde mevcut kutuplaşmaları arttırarak gelecekte yeni bunalımlara yol açmaktan başka bir sonuç sağlamayacaktır. Edinilen haberlere göre bazı Avrupa ülkelerinde, yurttaşları müslümanlar aleyhinde casusluğa zorlayan kurallar konulmuş bulunmaktadır. Bunlar, zalimane davranışlardır ve hepimiz şunu bilmekteyiz ki zulüm, geriye dönme özelliğine sahiptir. Müslümanlar, böylesine çirkin davranışlara layık değiller. Batı dünyası asırlardır müslümanları çok iyi tanımaktadır; hem batılıların İslam topraklarında misafir iken ev sahibinin servetine göz diktiği dönemlerde ve hem de ev sahibi olarak müslümanların düşünce ve çalışmalarından yarar sağladıkları günlerde onlar, ekseriya nezaket ve sabırdan başka bir tavırla karşılaşmadılar. Bu yüzden ben siz gençlerden doğru ve derin bir teşhisle acı tecrübelerden yararlanmanızı ve İslam dünyasıyla onurlu ve sağlıklı bir ilişkinin temellerini atmanızı istemekteyim. Bu durumda uzak olmayan bir gelecekte şunu göreceksiniz ki böylesine bir yaklaşım üzerinde yükselttiğiniz bina, mimarları üzerine güven gölgesini yayacak, huzur ve emniyetin sıcaklığını armağan edecek ve aydınlık bir geleceğe olan umut huzmelerini dünya çapında parlatacaktır.'
Seyyid Ali Hamenei

29.11.2015
 
بالا